Yaşanmışlıkların adına yaşanacaklara giderken şöyle bir örnekle bende kendime sordum..?
Dört iş adamı bir lokantaya girer ve biftek ısmarlar. Hepsi de bifteğin az pişmiş olmasını ister. Üçünün etleri tam istedikleri gibi gelir. Ancak dördüncü müşterinin eti hem çok pişmiş, hem de fazlasıyla serttir. Üç şanslı müşteri leziz ve sulu bifteklerin tadını çıkarırken, şanssız müşteri tabağındaki etle savaşır. Bir süre uğraştıktan sonra bifteği yemekten vazgeçer. Yemeğin sonunda masayı toplamak için gelen garson, müşterilere yemeği beğenip beğenmediklerini sorar. Üç müşteri beğendiklerini söyler. Dördüncü müşteri ise nazikçe, “itiraf edeyim ki benim bifteğim biraz sert ve kuru idi” der. Tabağa şüpheyle bakan garson, “Madem öyle, neden yarısından çoğunu yediniz?” diye sorar. Şanssız müşteri suçluluk duygusu ile sorun çıkarmak istemediğini belirtir. Çünkü arkadaşları hayatlarından memnun görünmektedir.
Üç iş adamı bu durumda etin parasını ödememesini önerirler. Ancak garson “Şirket politikamız gereği bunu kabul edemeyiz. Bana kalsa size başka bir biftek getirebilirdim; ama etini yiyen her müşteriye yeni et ikram etseydik, burası bedava yemek isteyen sokak serserileri ile dolardı.” der. Bu lafın üzerine hesabı ödeyen üç iş adamı ve bir sokak serserisi (dördüncü iş adamı) lokantayı terk etmeye hazırlanır. O sırada garson arkalarından seslenir: “Kalan eti köpeğiniz için sarmamı ister miydiniz?“ Sokak serserisi, “Hayır. Teşekkür ederim. Köpeğime reva görebileceğim şeylerin de bir sınırı var.” der. Garson “Güle güle. Umarım yine görüşürüz.” diye seslenir. Garsonun bu dileğini duyan sokak serserisi kendi kendine; “Ne aptalca bir umut.” diye mırıldanır.
Sizce ne anladınız..diye sizede soruyorum…?